SON EKLENENLER
latest

1 Temmuz 2022 Cuma

Bilim tarihinin en ahlâksız deneyi ve günümüzdeki sonuçları


John Money, David Reimer

    

ÜMİT ŞİMŞEK

[Aşağıdaki yazı Toplumsal Cinsiyetten Toplumsal Cinnete adlı kitaptan alınmıştır.]

Kanadalı Janet ve Ron Reimer, 1965 yılının 22 Ağustos’unda dünyaya gelen ikizlerini kucaklarına aldıklarında, onları tarihin en ahlâksız bilimsel deneyi için kobay olarak yetiştireceklerini nereden bilebilirlerdi?

Manitoba eyaletinin Winnipeg şehrinde yaşayan Reimer’ler, o günden sonraki aylarını dünyanın en mutlu çiftlerinden biri olarak geçirdiler. Ron, doğuma birkaç hafta kala iş değiştirerek maaşını ikiye katlamıştı. İkiz babası olduktan birkaç ay sonra bir maaş zammı daha aldı, genç evliler de bu fırsatı değerlendirerek şehrin daha güzel bir yerinde geniş bir eve taşındılar. İkizler sekizinci aylarına girinceye kadar herşey güzel ve mutlu bir seyir takip etti.

Reimer’ler, ikizleri bir sünnet operasyonu için yatırdıkları hastaneden 27 Nisan 1966 sabahı bir telefon aldılar. “Ufak bir kaza” olmuştu ve gelip doktoru görmeleri gerekiyordu.

Anne ile baba hastaneye vardıklarında, “ufak kazanın” ikizlerden Bruce[1] adlı olanının organını tamamıyla yakan bir kaza olduğunu öğrendiler.

Çiftin o günden sonraki ayları kâbuslar içinde geçti. İki rakip gazete çok geçmeden olayı duydu ve sayfalarına taşıdı. Gerçi haberde çocuğun adı geçmiyordu, ama “Ya duyulursa?” korkusu, aileyi sürekli tedirgin ediyor ve tedbirli davranmaya zorluyordu.

Meş’um kazanın üzerinden on ay kadar geçtikten sonra, bir Şubat akşamı, Ron ve Janet televizyon seyrederken, John Money adlı bir doktorun katıldığı programa rast geldiler. Bu programda Dr. Money, Baltimore’daki Johns Hopkins Hastanesinde gerçekleştirilen cinsiyet değiştirme ameliyatlarının harikulâde sonuçlarından (!) bahsediyordu.

O akşam televizyondan işittikleri, Reimer çiftine, sünnet kazasından sonra Winnipeg’deki plastik cerrahî uzmanlarının kendilerine söylediklerini hatırlattı:

Baltimore’daki bir adam, Bruce’u kız çocuğu olarak yetiştirmelerinde yardımcı olabilirdi.

Reimer’ler o zaman bu teklife aldırış etmemişlerdi. Ama Baltimore’daki adam televizyon programında bu işi o kadar etkili bir şekilde anlatıyordu ki, Ron ve Janet, birden bire hayatlarını kurtaracak bir çözümle karşılaştıklarını düşünmekten kendilerini alamadılar.

Sunucu, Money’e soruyordu:

“Dr. Money, şu bir gerçek değil mi: Bir eşcinsel size gelip ‘Ben hadım edilmek istiyorum’ diyor ve bu konudaki kararı siz – veya Johns Hopkins Hastanesindeki bir heyet – veriyorsunuz?”

“Evet, eğer bu şekilde ifade etmeyi tercih ediyorsanız, doğru.”

“Fakat iş hadım etmekle de kalmıyor. Siz bu kişiye hormon zerk ederek onu bir kadın haline değil, fakat kadın organları taşıyan bir erkek haline değiştiriyorsunuz. Böylece yalnız psikiyatristlerin değil, muhtemelen Tanrının da vermek istemeyeceği bir kararı üstlenmiş olmuyor musunuz?”

Dr. Money, bu soruya “Siz Tanrının safında benimle tartışmak ister misiniz?” diye karşılık verince, sunucu “Sadece Tanrının bu konuyla bir ilgisi olup olmadığı konusundaki inancınızı öğrenmek istemiştim” dedi. Money bu soruyu da sözü başka tarafa çekerek geçiştirdi.

Ron ile Janet programı sonuna kadar seyrettiler. Dr. Money’in hararetle savunduğu “Çocuğun hangi cinsiyetle doğduğu önemli değildir; siz onun cinsiyetini birinden diğerine değiştirebilirsiniz” tezi onlara inandırıcı gelmişti.

Program biter bitmez, Ron, Dr. Money’e bir mektup yazarak Bruce’un macerasını anlattı.

Mektuba hemen cevap geldi. Dr. Money, bebek hakkında son derece iyimser şeyler söylüyor ve onu hiç vakit kaybetmeden Baltimore’a getirmelerini söylüyordu.

Money’nin bu telâşı her ne kadar Reimer’lerin dikkatini çektiyse de üzerinde fazla durmadılar. Tam bir ümitsizlik içinde geçen aylardan sonra, hiç değilse kendilerini dinleyen ve onlara cevap veren birisini bulmuşlardı.

Money açısından ise bu bulunmaz çifte fırsattı. O, ikizlerden biri üzerinde deneylerini yaparken, aynı özellikleri taşıyan ikizini de kontrol için kullanacaktı.


***


İlk görüşmelerinde Dr. Money genç çifte bebeklerinin cinsiyetini değiştirmekle kavuşacakları avantajları ağzı kalabalık bir pazarlamacı maharetiyle anlattı. Cinsiyet değiştirdikten sonra Bruce her bakımdan bir kız olarak büyüyecek, yetişkin çağa geldiğinde de çocuk doğurmak hariç bir kadını kadın yapan bütün özellikleri taşıyacaktı. Evlendiğinde ise, tıpkı kısır çiftler gibi, çocuk işini evlât edinmek suretiyle çözüme kavuşturmak pekalâ mümkündü.

Reimer çifti Dr. Money’i büyük bir hayranlıkla dinledi ve ağzından çıkan her sözü tasdik etti. Janet yıllar sonra bu görüşmeyi “Ona bir tanrı gözüyle bakıyordum” sözleriyle anlatacaktı.

Amerika’dan döner dönmez Janet ile Ron, bebeklerine kız muamelesi yapmaya koyuldular. Bebeğin saçını tıraş etmeyip uzamaya bıraktılar; bu arada Janet “kızının” pijamalarını dikiş makinesiyle geceliklere çevirdi. Bebeğin adını da Dr. Money’nin tavsiyesine uyarak Brenda yaptılar.

Nihayet, 3 Temmuz 1967 günü, Brenda, yirmi iki aylık iken, Johns Hopkins Hastanesinde jinekolojik operasyon masasına yattı ve hadım edildi. Anne ile baba, oğullarıyla girdikleri hastaneden kız çocuğu sahibi olarak çıktılar – yahut öyle yaptıklarını düşünüyorlardı.

Janet ilk hayal kırıklığını ikizlerinin ikinci yaş gününden biraz önce yaşadı. Brenda’ya kendi gelinliğinden keserek özene bezene diktiği elbiseyi giydirmek istemiş, ancak Brenda buna direnerek elbiseyi parçalamaya çalışmıştı.

“Tanrım,” diyordu Janet, “kız olmadığını biliyor ve olmak da istemiyor.” Ama büsbütün ümidini de kesmemişti. Belki ona kız olmayı öğretebilir, bundan hoşlanmasını sağlayabilirdi.

Takip eden yıllar, anne ve baba için, Brenda’ya kız olmayı öğretme çabalarıyla geçti. Ona bir sürü bebek aldılar. Dört yaşında iken ikiz kardeşi Brian babasının tıraş takımlarıyla oynadığında Brenda da bunu istediği zaman “Kızlar tıraş olmaz” deyip ona oynaması için annesinin makyaj malzemelerini verdiler, ama o dönüp de bunlara bakmadı. Oturuşuyla, kalkışıyla, yürüyüşüyle, konuşmasıyla, ilgi duyduğu oyuncak ve oyun türleriyle, Brenda tam bir erkek çocuğu gibi davranıyordu. Kendisine alınan oyuncak dikiş makinesiyle oynamak yerine, babasının takım çantasından aşırdığı tornavida ile oyuncak makineyi açıp içini kurcalamayı tercih ediyordu.

Anne ile baba bu durum karşısında ne kadar endişeye kapılsalar da, Dr. Money’nin “kızları hakkında en küçük bir şüphe taşımamaları” konusundaki kesin uyarılarını hatırlayınca, problemi daha da büyütmemek için çocuğun üzerine düşmüyorlardı. Yazışmalarında Brenda’nın erkeksi davranışlarından söz ettiklerinde de Dr. Money bunları bir tür “erkek fatma” tavırları olarak nitelemiş ve ileride bir problem teşkil etmeyeceği hususunda onları temin etmişti.

İkizler anaokuluna başladıklarında da aynı problem devam etti. Sınıftaki bütün kızlar saçlarını taramakla yahut bebekleriyle vakit geçirirken Brenda bunlardan hiçbirine iştirak etmiyordu. Onun hayalinde büyüyünce çöpçü olmak vardı. “Hem kolay iş, hem de iyi para” diyordu. Dr. Money ise her seferinde bu durumun geçici olduğunu ve ileride tamamen düzeleceğini söyleyerek anne ile babayı rahatlatıyordu.


***


Dr. Money bu arada Brenda’ya cinselliği öğretmeye kararlıydı ve bu uğurda hiçbir ahlâkî kural tanımaya niyeti yoktu. İkizlerin anne ve babasından çocukların gözü önünde ilişkiye girmelerini istediyse de bunu yaptıramadı. Ancak Janet, Brenda’nın yanında çıplak dolaşmaya razı oldu, fakat bu da Brenda’da nefretten başka bir duygu uyandırmadı.

Lâkin Dr. Money’nin dünyasında rezilliğin sınırı yoktu. Muayene sırasında ikiz kardeşleri bağıra çağıra çırılçıplak soyduruyor ve onlara ilişki halindeki yetişkinlerin resimlerini göstererek çeşitli pozisyonların talimini yaptırıyor, bu arada polaroid makine ile resimlerini çekiyordu. Bu sırada ikizler altı yaşında idi.


***


Money, Brenda’nın üzerinde yürütmekte olduğu çalışmaları 1972 yılının son günlerinde bilim çevrelerine açıkladı. Fakat onun açıkladığı şey, gerçekte olup bitenlerden farklı bir versiyon idi.

Money’nin versiyonuna göre, olup bitenler olağanüstü bir başarıyı sergiliyordu. Brenda, kardeşi Brian’a göre kayda değer bir tezat teşkil edecek davranışlar gösteriyor, meselâ Brian araba ve âletlerle oynarken o bebeklerle ve bebek arabasıyla oynamayı tercih ediyor, Brian’ın savrukluğuna karşı o temizliğe ve düzenliliğe dikkat ediyor, Brian mutfaktan nefret ederken o mutfakta iş yapmayı seviyordu.

Dr. Money, bu “açıklamaları” Man & Woman, Boy & Girl (Adam ve Kadın, Oğlan ve Kız) adlı meşhur eserinde yaptı. Biyolojik cinsiyete karşı “toplumsal cinsiyet” kavramını kullanan ve insanların yetişme tarzlarına göre belirli cinsiyetleri benimseyebileceğini öne süren feministler de bu açıklamaları havada kaptı. Zaten feministlerin temel kavramlarından biri, belki en önemlisi olan “toplumsal cinsiyet” (social gender) tamlamasında geçen “gender” kelimesini sex kelimesine alternatif olarak  feministlere tanıtan da Dr. John Money olmuştu.

Money’nin kitabında defalarca atıfta bulunduğu ve uzun tasvirlerle anlattığı İkizler Vak’ası, feminist literatürde ışık hızıyla yayıldı ve o hızla ders kitaplarına kadar girdi. Her ne kadar insanlarda biyolojik cinsiyete dayanan davranış farkları mevcut olsa da, yetişme tarzları gibi etkenlerle bu farklılıklar giderilebiliyordu. İkizler Vak’ası bunu kesin bir şekilde ispatlamıştı! Ünlü seks araştırmacıları Masters and Johnson ile Robert Kolodny, Textbook of Sexual Medicine’in (Cinsel Tıp Ders Kitabı) 1979 yılına ait cildinde, bu vak’ayı “ikna edici bir delil” olarak tasvir ettiler. New York Times, kitap ekinde Money’nin kitabını “Kinsey raporundan sonra sosyal bilimler alanında çıkan en önemli eser” olarak övdü. Feministlerin çabalarıyla, sosyal bilimlerden pediyatrik ürolojiye kadar bir dizi bilim dalında ders kitapları bu vak’ayı hemen sayfalarının arasına katıverdiler.


***


Bilim dünyasını kasıp kavuran Money fırtınasından etkilenmeyen nadir kişiler de vardı şüphesiz. Kentucky Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Milton Diamond bunlardan biriydi.

Diamond, Money’nin tek bir vak’adan bu kadar büyük ve kesin sonuçlar çıkarmasını şüpheyle karşılıyordu. Ayrıca, Louisville Çocuk Hastanesinde interseks hastalarıyla yaptığı mülâkatlarda, Diamond, Money’nin kitabında yazılanların tam tersi sonuçlar gözlemişti.

Bu arada Brenda ilkokula başlamış, okul müdürü de Brenda’nın durumunda fark ettiği gariplikler sebebiyle onu Çocuk Rehberlik Kliniğine havale etmişti. Burada Brenda’yı muayene eden psikiyatristler, vak’anın hiç de Money’nin kitabında anlatılanlara benzemediğini gördüler. Dr. Money ise Brenda’da gözlenen durumların “fanatik hastane korkusu” olduğunu söylüyordu. Klinikteki hekimler Brenda’nın bu korkuyu atlatmasında yardımcı olabilirlerse, Brenda’yı tam anlamıyla kadın yapacak son operasyonlar ve hormon tedavisi de gerçekleşecek, ortada hiçbir problem kalmayacaktı. Hattâ, Money’e göre, Brenda’nın erkeksi davranışları karşısında onun için lezbiyenliği de bir alternatif olarak düşünmek gerekiyordu!

Money-Brenda-aile-okul-klinik arasında cereyan eden bir hayli çekişme ve gidip gelmelerden sonra, nihayet, klinikte Mary McKenty adında bir psikiyatrist olayı çözdü ve Brenda ile iletişim kurmayı başardı. 1979 yılının Eylül ayı idi ve Brenda on dört yaşına gelmişti. Bu sırada Brenda isyan bayrağını iyice açmış, kız gibi davranmayı bütünüyle terk etmiş, erkeksiliğin de ötesinde kabadayılığa varan tavırları sebebiyle “mağara kadını” yahut “goril” gibi isimlerle anılır olmuştu. Diğer taraftan, birkaç sene önce yine bu sıkıntılardan dolayı bir intihar teşebbüsünde bulunmuş olan Brenda’nın annesi Janet de tekrar ağır bir depresyona girdi ve bir ay hastanede tedavi gördü. Ancak taburcu olmak da Janet için depresyona kaldığı yerden devam etmekten başka bir mânâya gelmeyecekti. Ron ise viski ve televizyonla kendisini oyalamaya çalışıyordu.


***


Bir süre sonra doktorlar Brenda’ya gerçeği anlatmaktan başka çıkar yol kalmadığı sonucuna vardılar. Ve 1980 yılının 14 Mart günü babası Brenda’ya olup biteni anlattı.

Brenda’nın tepkisi karışıktı. Hissettikleri arasında öfke de vardı, hayret de. Ama baskın çıkan duygu, rahatlama idi. “Birden bire, o güne kadar niçin böyle davrandığımı anladım; demek ki deli değilmişim” diyordu. Babasına sorduğu ilk soru ise şu oldu:

“Peki, yeni doğduğumda benim adım neydi?”

Brenda, Bruce adını beğenmedi. Sonraki günlerde yeni seçeceği ismi uzun uzun düşündü. Kendisine en sempatik gelen isim David idi. Bunun da feministleri hiç de memnun etmeyecek bir gerekçesi vardı:

Kitab-ı Mukaddes’te devle savaşan ve onu yenen kıral peygamber olarak kıssası geçen Davud aleyhisselâmın ismi olduğu için bundan hoşlanıyordu. Brenda (yeni adıyla David), erkeklerin savaşmak, kadınların da çocuk yetiştirip ev işi yapmak için yaratıldığı fikrini temelden reddederek toplumun onları belirli duyguları benimsemeye yönlendirdiğini iddia eden ve bu amaçla toplumsal cinsiyet formülünü geliştiren feministlere hayatının golünü bu tercihiyle atıyordu!

Bundan sonraki birkaç sene, David için birkaç düzine ameliyat demekti. On sekizini doldurmasına az bir zaman kala, David yeni görünümüyle ortaya çıktı. İkiz kardeşi Brian onu kuzeni olarak tanıttı. Brenda ise uzaktaki akrabalarını ziyarete gitmişti; bir süre sonra da bir trafik kazasında öldüğü haberi ulaşacaktı.

Bu hikâyenin ömrü uzun sürmedi. Meselenin aslı ortaya çıkıp da kulaktan kulağa yayılınca, bu da David’i tekrar bunalımların içine itti. Bu arada, ikiz kardeşi on dokuz yaşına geldiği zaman evlenmiş, 1988’e kadar da iki çocuk sahibi olmuştu. Kısa bir süre sonra kardeşi Brian ile eşi, David’i yirmi beş yaşında dul bir kadınla tanıştırdı. Kadın herşeyi biliyordu ve David ile evlenmeye razıydı. David de böylece hem bir yuva kurma, hem de kadının ilk evliliğinden olma üç çocuğuna babalık yapma fırsatına kavuşmuş oluyordu.


***


Dr. John Money ile feminist cephe ise olup bitenlerden hiç de etkilenmişe benzemiyordu. Her ne kadar Money 1980’den itibaren konuşma ve yazılarında İkizler Vak’asından söz etmeyi bıraktıysa da, çocukların istenen cinsiyete yönlendirilebileceği şeklindeki iddiasından hiçbir zaman geri adım atmadı.

Bu arada BBC 1979 sonlarında İkizler Vak’asını içine alan bir program yapmış ve bu programda Money’nin yanı sıra, onun çalışmalarına öteden beri şüpheyle yaklaşan Dr. Milton Diamond’u da konuşturmuştu. Ne var ki, program ekibinden Martin Smith’in bu iki ünlü isim arasında geçen “kanlı bir bilim savaşı” olarak nitelediği program, bilim dünyasında hiçbir yankı uyandırmadı. Sadece, feminist bilim adamları birer ikişer ders kitaplarından İkizler Vak’asını sessizce çıkarmaya başladılar. Ama aralarından BBC’nin programıyla ilgili olarak tek kelime eden kimse çıkmadı. Dr. Diamond, “Bunu görmezden geldiler, çünkü işitmek istedikleri şey bu değildi” sözleriyle durumu açıklıyordu.

O yıllarda – daha önce geçtiği gibi – Dr. Money’nin çalışmasını büyük bir başarı olarak ilân eden New York Times, 1997’ye gelindiğinde bu vak’anın başarısızlığını birinci sayfadan haber olarak verecek, Time dergisi de aynı yönde tam sayfalık bir yazı yayınlayacak, ama bütün bunlar da feministler cephesinden herhangi bir ses getirmeyecekti.


***


Dr. John Money’nin yıllarca süren sahte deneyi bir aileye sadece hayatlarını zehir etmekle kalmadı, aile efradından ikisinin de canını aldı.

İlk kurban, David’in ikiz kardeşi idi. Her ne kadar sonunda düzlüğe çıkmış görünseler de, ailece yıllar boyu içinden geçtikleri felâketler Brian’ı iyice yıpratmıştı. Sonunda kendisini alkole verdi, işini kaybetti, evliliği sona erdi, kendisine şizofreni teşhisi kondu. 2002 yılının baharında birgün yalnız yaşadığı evde ölü bulundu. Ölüm sebebi olarak teskin edici ilâçlarla alkol karışımından ileri gelen zehirlenme kayıtlara geçti.

4 Mayıs 2004 günü de ikizlerin diğeri ve maceranın asıl kahramanı David intihar etti. Hayatının ilk aylarından itibaren başından geçen talihsizliklerin üzerine kardeşinin ölümü ve ailevî tatsızlıklar da eklenince, birgün evinden aldığı tüfekle bir marketin park alanına arabasını çekti ve orada hayatına son verdi.[2]

İkizlerin arkasından Dr. John Money de çok fazla yaşamadı. 2006 Temmuz’unda Parkinson hastalığının yol açtığı komplikasyonlar sebebiyle 84 yaşında öldü.


***


John Money, ardında iki ceset, bir perişan aile ve kötü bir nâmın yanı sıra, feminizm için servet değerinde bir miras daha bıraktı: “gender” kelimesi.

Bu kelime, Money’den önce “cinsiyet” anlamında pek kullanılmaz, ancak kelimelerdeki erkeklik ve dişiliği (müzekker veya müennes olma hali) ifade edecek şekilde kullanılırdı. Money bu kelimeyi “sex” kelimesine alternatif olarak kullanılır hale getirdi. Bu sayede, konuyu kesin bir gerçek olan biyolojik cinsiyetten ayırarak tartışılabilir bir alana çekmiş oldu. Feministler de hiç gecikmeden bu temelin üzerine, toplumsal hayatta her iki cinsin eşitliğini savunan “social gender” (toplumsal cinsiyet) binasını diktiler.

Her ne kadar Dr. Money’nin ahlâksız deneyi erkek ve kadınların yaratılışta asla eşit olmadıkları gerçeğini ortaya çıkardı ise de, feministler bu evrensel ve bilimsel gerçeğe aldırış etmeksizin “toplumsal cinsiyet eşitliği” yalanını savunmaya devam ediyorlar. Ve sonuç da alıyorlar.

Bu sonuçlardan bir tanesi, Türkiye Cumhuriyetinin bizzat hazırlayarak Avrupa Konseyine armağan ettiği “İstanbul Sözleşmesi” adıyla anılan kepazelikler mecmuasını çekincesiz olarak kabul etmesi ve bu belgenin ruhunu teşkil eden “toplumsal cinsiyet eşitliği” masalını toplum hayatının bütün safhalarında hakim hale getirmek için devletin cümle imkân ve kuvvetlerini seferber etmesi şeklinde tecellî etti.

Şimdi ana okullarından üniversitelere kadar her yerde bu masal okutuluyor.

Dr. John Money öldü, ama iki tane cesetle doymayan habis ruhu şimdi aramızda, hepimizi Cehenneme çağırıyor!

İlk yayın tarihi: 24 Ekim 2018


[1] Talihsiz bebek daha sonra iki farklı adla anılacaktır: Brenda ve David. Karışıklığa yol açmaması için bunların her üçünün de hayatının farklı dönemlerinde aynı kişiye ait isimler olduğunu hatırlatalım.

[2] Yazının buraya kadarki kısmına ait bilgiler şu kitaptan özetlenmiştir: John Colapinto, As Nature Made Him: the Boy Who Was Raised as a Girl (e-book), New York, Harper Perennial.


 


“Toplumsal Cinsiyetten Toplumsal Cinnete” adlı kitaptan alınmıştır. Kitaba şu adresten erişebilirsiniz:

https://www.kitapyurdu.com/kitap/toplumsal-cinsiyetten-toplumsal-cinnete/511945.html&filter_name=toplumsal%20cinsiyetten%20toplumsal%20cinnete

 

 

30 Haziran 2022 Perşembe

Resulullah, komşusunun davetine niçin "Hayır" dedi?


   

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) kimsenin davetini geri çevirmez; kim çağırırsa, ayırım yapmaksızın icabet eder ve davet sahibinin hatırını kırmazdı.

Fakat bir defasında komşusunun ısrarlı davetini ısrarla reddetti. Sonunda tatlıya bağlanan bu hadiseyi, Resulullahın hizmetinde bulunan Enes bin Malik’ten (r.a.) dinliyoruz:

***

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor:

Resulullahın (s.a.v.) çok güzel çorba pişiren Farisî bir komşusu vardı. Bu adam birgün Resulullah için özene bezene bir sofra hazırladıktan sonra gelip onu yemeğe davet etti.

Resulullah, Aişe validemizi (r.a.) gösterip “Bu da gelecek mi?” diye sordu.

Adam “Hayır” dedi.

Resulullah da “Hayır” dedi.

Daha sonra adam yine dönüp geldi ve Resulullah’ı yemeğe davet etti.

Resulullah “Bu da gelecek mi?” diye sordu.

Adam “Hayır” dedi.

Resulullah da “Hayır” dedi.

Sonra adam bir kere daha dönüp geldi ve Resulullah’ı yemeğe davet etti.

Resulullah “Bu da gelecek mi?” diye sordu.

Adam “Evet” dedi.

Bunun üzerine Resulullah ile Aişe validemiz kalkarak adamla beraber onun evine gittiler.

Müslim, Eşribe: 139

28 Haziran 2022 Salı

İnsan ve müzik


  
Göz bakmak, kulak işitmek, dil konuşmak için verildiğine göre, müzik yeteneği de kullanılmak üzere verilmiştir. Ancak müziğe sadece bir eğlence olarak bakan dar telâkkiler bu gerçeği görmemizi engelliyor.

ÜMİT ŞİMŞEK
 

İnsanın en akıl almaz yönlerinden birisi konuşma ise, onun kadar esrarlı bir başka yeteneği de müzikle ilgili olanıdır. Birbirinden farklı sesler nasıl anlam yüklü kelimelere dönüşür? Kelimelerden nasıl cümleler kurulur? Sonra bu cümleler, kelimeler, anlamlar nasıl çözülür? Bunlar ve bunlara bağlı yüzlerce soru, tıpkı yüzyıllar öncesi gibi, bugün de bilime meydan okumaya devam eden muammâlar arasında yer alıyor. Müziğin durumu da hemen hemen aynıdır:

Melodiler de, tıpkı kelimeler ve cümleler gibi, ayrı ayrı seslerden yapılır. Bu sesler, tek başlarına dinlendiği takdirde, sadece birer ses olarak kalırlar, o kadar – bir taşın yere düşmesi, kapıya tokmağın vurulması gibi bir ses. Ne var ki, bir âhenk içinde dizildikleri zaman, arka arkaya gelen seslerin toplamından çıkan bir melodi vardır ki, bunun müzik olarak algılanması, konuşmanın algılanmasından aşağı kalır bir mucize değildir. Son yılların araştırmaları, bu konuda iki önemli gerçeği ortaya çıkarmıştır:

Birincisi: İnsan beyni gibi kâinatın en muhteşem eserinin bir bölgesi, özel olarak, müziği algılamakla görevlidir. Sesler, bu bölgede gördükleri işlem sonucunda bir bütün olarak algılanmakta ve ortaya çıkan melodi çözülebilmektedir.

İkincisi: Bu bölge, insan hayatının ilk aylarından itibaren faaliyettedir. Yapılan deneyler, bebeklerin çok erken çağlarda iken müziği algılayabildiğini göstermiştir. Bir başka deyişle, insan, konuşmadan çok önce, müzik dinlemeyi öğrenmektedir.

Bu iki gözlem de, bizi, insanın yaratılışında müziğin özel bir yeri olduğu sonucuna ulaştırır. Göz bakmak, kulak işitmek, dil konuşmak için verildiğine göre, müzik yeteneği de kullanılmak üzere verilmiştir. “Müzik haram mıdır?” sorusuna cevap olarak Mevlânâ’ya atfedilen “Eşeklere haramdır” sözü bu hakikate işaret etmektedir. Eğer insanın yaratılışına böyle bir yetenek yerleştirilmiş olmasaydı, eşekler gibi, ona da müziğin fıtrî şeriat tarafından haram edilmiş olduğunu söyleyebilirdik. Fakat yeteneğin varlığı, onu iki yükümlülükle karşı karşıya getirmektedir: (1) kullanmak, (2) yerinde kullanmak. Ne çare ki, önyargı ve alışkanlıklar, bu yükümlülüklerin farkına varmayı güçleştiriyor.

Müzik konusunda insanları en ziyade yanıltan şey, bunun eğlence olarak görülmesidir. Dinî açıdan incelendiğinde, müzik, çoğunlukla “eğlence” başlığı altında ele alınır ve hüküm buna göre verilir. Zamanımızın yaygın anlayışı da bu yöndedir. Hattâ durum eğlenceyi de bir hayli aşmış sayılabilir. Müzik deyince, hoplatan, zıplatan, etrafı gürültüye boğan, insanı oyalayarak düşünceleriyle veya gerçek hayatla baş başa kalmaktan alıkoyan ve bağımlılık yapan yüksek volümlü sesler akla gelmektedir. Bu durumda, müziği incelemek için, önce, onun ne olmadığı konusuna açıklık getirmek gerekiyor.

Eğlence ile müzik arasında bir ilişki vardır; ancak bu ilişki ayniyet mertebesinde değildir. Yani, müziğin eğlence aracı olarak kullanıldığı durumlar da vardır; sırf eğlence olsun diye yapılan müzik de vardır; ancak bu durum, her türlü müziği ve müziğin her türlü icrâsını eğlence kapsamına sokmaz. Itrî’nin Bayram Tekbiri veya Salât-ı Ümmiyesi bir yana, meselâ çağdaş bestekârlardan Cevdet Çağla’nın hiçbir dinî motif içermeyen herhangi bir eserinin dahi bir eğlence meclisinde icra edildiğini tasavvur etmek mümkün değildir. Faraza birisi bunu zorla yapacak olsa, o eser, her haliyle, kendisinin oraya ait olmadığını haykıracaktır. Tek başına şu vâkıa bile, insanın manevî yapısı ile müzik arasında yüce ve gizemli bir ilişkinin bulunduğunu göstermeye yeter.

Bu ilişkinin anlamını çözecek olan tek birşey varsa, o da, insanın yaratılış amacıdır. Bunun dışındaki hiçbir şey insanın müzik yeteneğini açıklayamaz. Hele evrim efsaneleriyle müzik hiç açıklanmaz; çünkü ne evrim, ne de onun dayandığı mutasyon ve tesadüf gibi şeyler müzikten anlamaz. Ancak insanın bütün varlığıyla bir kulluk görevini yerine getirmek, daha doğrusu, kâinattaki bütün kulların tesbihat ve ibadetlerine tercüman olmak üzere yaratıldığını dikkate aldığımız zaman, insan ile müzik arasındaki ilişkinin aydınlanmaya başladığını görebiliriz. Çünkü tıpkı konuşma gibi, tıpkı insanın diğer sanat yetenekleri gibi, müzik de bir ifade aracıdır, üstelik soyut ve en üst seviyede bir ifade aracıdır. Hattâ denebilir ki, sözlerin yetmediği, dilin anlatmakta âciz kaldığı şeyleri “dile getirmek” için insana böyle bir lisan ihsan edilmiştir. Bütün dünyada müziğin mâbedlerde yeşermiş olması, bu hakikatin bir şahididir.

Bediüzzaman, sanatı, “ruhtaki manevî güzelliğin, ilim vasıtasıyla eserde tezahür etmesi” şeklinde tanımlar. Müziğin yeri ve anlamı işte bu tanımda saklıdır. Bu, aynı zamanda, müzik olarak nitelenmeye lâyık olan eserde aranacak şartları da ortaya koymaktadır:

Herşeyden önce, müzik, ruhtaki bir olgunluğun, soyut bir manevî güzelliğin bir yansıması, bir tercümesi demektir. İnsanın, müzikten söz edebilmesi yahut müzik ihtiyacını hissedebilmesi için, önce ruhanî bir olgunluğu tatmış olması ve kabına sığmayıp taşmak isteyen bir güzellik dalgasını içinde hissetmesi gerekir. (Zamanımızda “müzik” adı verilen gürültülerin neyi yansıttığı şimdi daha iyi anlaşılmıyor mu? İçi boşaltılmış ruhlar daha iyi müzik yapamıyor, ama daha fazla gürültü çıkarıyor!)

İkinci olarak, her sanat dalı gibi, müziğin de temelde bir ilim meselesi olduğunu dikkate almalıyız. Müzik demek, sadece basit bir ses bilgisi ile bir enstrüman çalma becerisi demek değildir. Eğlence için bu kadarı yetebilir; ancak sanat olarak düşünüldüğünde ve yaratılış amacına yönlendirilmek istendiğinde, müzik için bundan çok daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Ne yazık ki, zamanımızın tüketim anlayışı, bir rant aracı olma istidadında gördüğü herşeyi pençesine alıyor ve içinden ruhunu çekip bir tarafa attıktan sonra, kalan posayı allayıp pullayarak bize pazarlıyor. Her çeşit müzik, hattâ dinî müzik de bundan payını almakta çok gecikmedi. Bize kalırsa, müziğin en ziyade korkulması gereken türü işte budur. Din ile ilişkisi, güftesinde birtakım dinî kavramların kullanılmış olmasından öteye geçemeyen bu ucuz ve çirkin müzik türü etrafta rağbet buldukça, konuyla ilgili ciddî bir birikimi olmayan insanlar, aradıkları şeyin bu olduğu yanılgısına düşebiliyor ve ruhlarındaki kıpırdanışların bu tür müziklerle ifade edilebildiğini sanıyorlar. Sanat kaygısından ve ciddiyetten uzak, slogancılığa ve tüketime yakın bu tür müziğin, özellikle genç nesiller üzerindeki tahribatı asla küçümsenmemelidir. Çünkü müzik ile ruh arasındaki ilişki iki yönlüdür: Eğer ruhun olgunluğu ve manevî güzelliği müzikte yansıma imkânı bulamazsa, bu defa müzik adı verilen şeyin yansımaları ruhta görülmeye başlar.

Bir sanat olarak müzikten söz edilecekse, önce onu vücuda getirecek ve icra edecek ruhların inşa edilmesi ve tahripçi etkilerden özenle korunması gerekir. Bize emanet edilmiş olan böylesine önemli bir yeteneğin böyle bir fiyatı vardır.


26 Haziran 2022 Pazar

Kur'an'dan üç maddelik bir yol haritası


 En'am suresinin 50-51. âyetlerini okuduğumuz 356. Kur'an Buluşmasının özeti ve video kaydı

   

Fani dünyanın değerleri ile bâki âlemin değerleri arasındaki farklılıklar ve bu farklılıklar sebebiyle peygamberlere ve din büyüklerine yakıştırılan insanüstü özellikler, Haziran ayı Kur’an Buluşmasının ana konusunu teşkil ediyordu.

Bu farklılıkların ortaya çıkardığı tehlikeler karşısında bocalamamak için ise Kur’ân-ı Kerim bize üç maddelik bir yol haritası sunuyordu.

Yaz döneminin ilk dersi olarak 25 Haziran Cumartesi sabahı yayınlanan 356. Ku’an Buluşmasında, En’âm sûrelerinin şu mealdeki 50-51. âyetlerini okuduk:

De ki: Ben size “Allah’ın hazineleri benim yanımda” veya “Ben gaybı bilirim” demiyorum. “Ben bir meleğim” de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. “Kör ile gören bir olur mu?” de. Hiç düşünmüyor musunuz?

Rablerinin huzuruna çıkarılmaktan korkan ve Ondan başka bir velîsi yahut şefaatçisi olmayan kimseleri sen bu Kur’ân ile uyar; olur ki sakınırlar.

Bu âyetlerle ilgili olarak yaptığımız değerlendirmelerde başlıca şu tesbitler ön plana çıktı:

  • Peygamberler ve onların irşadları hakkında insanları yanılgıya düşüren en önemli sebeplerden birisi, dünya hayatının değerleri ile Allah katındaki değerleri birbirine karıştırmalarıdır. Dünya hayatında bir insana itibar kazandıran servet, nüfuz, iktidar, ihtişam, şatafat gibi şeyleri peygamberlerde ve onlara tâbi olanlarda bulamayınca, onların Allah katında da itibar sahibi olamayacaklarını zannederler.
  • Okuduğumuz âyetlerde peygamberlerin elçiliği vurgulanırken, aynı zamanda, kudret ve iradenin bütünüyle Allah’a ait olduğu da hatırlatılmaktadır. Evet, peygamberler Allah katında büyük değer ve şeref sahibi kimselerdir; ancak Allah’ın icraatında hiçbir payları yoktur. Onlar da tıpkı bizim gibi birer beşerdir ve yaratılmış olmak ve Allah’ın emir ve yasaklarına muhatap olmak açısından bizden hiçbir farkları yoktur. Gayb bilgisi de bu cümledendir.
  • İnkârcılar, beşerden bir peygamber gönderilmesini kabul etmiyorlar ve bunu Allah’ın elçiliğini yapacak kimseye yakıştıramıyorlardı. İman ehlinde de zaman zaman bir başka aşırılık görülmekte, onlar da peygamberin elçiliğini kabul etmekle beraber, onun tıpkı bizim gibi bir beşer olmasını gönüllerine sığdıramamakta, ona (meselâ gayba muttali olmak gibi) bazı beşer üstü özellikler yakıştırmak şeklinde bir aşırılığa düşebilmektedirler.
  • Gerçi âyet ve hadislerde bu tür aşırılıklar kesinlikle reddedildiği için işin hakikatini anlatmak – en azından görünüşte – o kadar zor olmasa da, bu defa, peygambere yakıştırılamayan bazı özellikler ona ümmet olan bazı kimselere yakıştırılabilmektedir. Bütün bu aşırılıklarda ortak olan özellik, Allah katında makbul olan kişileri mutlaka beşer statüsünden daha yukarılarda bir makam yakıştırma hevesidir. Oysa bu heveslerin önünü kesmenin yolu basittir:
  • Allah’tan başka kim varsa hepsi kuldur ve kulluk sıfatında eşittir.
  • Gayb bilgisinden bize lâzım olan kısmı Allah tarafından elçileri vasıtasıyla bize bildirilmiştir. Bundan ötesi bizim imtihanımızdır; bütün gücümüzü imtihandan yüz akıyla çıkmaya hasretmeliyiz.
  • Şefaat her ne kadar âyet ve hadislerle sabit olan bir gerçek ise de, bu yolla kurtuluş, kurtuluşun en zor kısmıdır. İmam Gazalî’nin dediği gibi, “Çalış ki şefaate muhtaç olmayasın. Yoksa, işin şefaate kaldığı takdirde gerçekten işin zor demektir.”
Okuduğumuz son âyet ise, bütün bu problemlerin çözüm yolunu üç madde halinde gösteriyordu:
  • Rabbinin huzuruna çıkarılmaktan korkmak.
  • Kendisini azaptan kurtaracak yegâne dost olarak Allah’ı bilmek.
  • Kur’ân ile uyarılmak.

En’âm sûresinin 50-51. âyetlerini okuduğumuz 356. Kur’an Buluşmasının video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/BL5BwABfHFc

UTESAV organizasyonuyla düzenlenen Kur’an Buluşmaları 2013 yılından beri haftalık olarak devam ediyor. Pandemi önlemlerine kadar MÜSİAD Genel Merkezinde Cumartesi sabahları gerçekleşen Buluşmalar, Mart 2020’den bu yana YouTube’un Erdemli Hayat kanalından yayınlanıyor. Yaz dönemine mahsus olmak üzere, Kur’an Buluşmaları her ayın son Cumartesi günü 07:30-08:30 arasında yayınlanacak.