SON EKLENENLER
latest

4 Aralık 2022 Pazar

Annem

     

MUSTAFA ÇALIŞAN

Avcılar Devlet Hastanesinin eksi ikinci katındaki morgun buz gibi soğuk ve bir o kadar ürkütücü katına indiğimiz zaman 65 yıllık hayat serencanım aklımdan ve gözümün önünden geldi ve geçti.

Görevli zat 5 no.lu bölüme geldi. Bir tabut büyüklüğündeki kutuyu çekti. Bembeyaz kefenlerin içinde 90 yılık bir emaneti yavaş yavaş bize doğru getirdi.

“İşte,” dedi. “Anne burada.”

Bir an bayılacak gibi oldum. İrkildim, ürperdim, titredim. Hüzünlendim. Ağlamamak için kendimi çok zor zapt ettim. Karmakarışık duygular içindeydim. Med-cezirlerle gelgitlerle dolup dolup boşaldım. Tabut, ben, annem ve kardeşlerim…

9 ay beni karnında taşıyan; 5 yıl sırtında taşıyan, 15 yıl yanında taşıyan, ve 60 yıldır gönlünde taşıyan, kalbinin tamamını bana vermiş vücuduyla, kanıyla, canıyla her şeyi ile benim bir parçam olmuş annem küçücük bir tabutta 90 yılın yükünü, meşakkatini, külfetini, elemini, ağırlığını, çilesini, sıkıntısını, derdini, tasasını, varını, yoğunu, dünyalık adına her bir şeyi geride bırakmış olmanın rahat ve huzur içinde nur saçan yüzü ile, huzur dolu mütebessim çehresi ile, gülümseyerek kapanmış gözleriyle dünyanın beş para etmezliğini ilan edercesine ve fakat Rabbine kavuşmuş olmanın hazzı ve mutluluğu ile adeta melekler gibi bir başka âleminde olduğunu hissettiriyor ve bize “İnna lillâhi ve inna ileyhi raciun” kutlu fermanını ilan ediyordu:

“Ondan geldik, Ona gidiyoruz.”

Annem o küçücük tabutunda öyle mutlu ve huzurluydu ki, adeta fani dünyadan baki âleme geçmenin rahatlığını yaşıyordu. O baki âlemde onu bekleyen o kadar çok ahbabı ve sevdikleri var ki saymakla bitmez: en başta sevgililer sevgilisi Peygamber Efendimiz, bütün peygamberler, sahabe efendilerimiz, evliyalar, enbiyalar, asfiyalar hepsi ahiret yurdunda…

Annemin babası, annesi, kardeşleri, onlarca akrabası, akranı, sevdiği dostları ve eşi de berzah âleminde onu bekliyorlar. Kitaplarını okuduğu, bana da tavsiye ettiği ve benim de üstadım olan Bediüzzaman da orada onu karşılayanlar arasında olmalı. Yüzde doksanın çoğunluğu ahirete göçmüş, geride kalanlar da sırasını bekliyor. Böyle bir yolculuk istenmez mi?

Cennet annelerin ayakları altındadır mesajı, bize Cennet yolunun anneyi sevmekten geçtiğini müjdeler. Anne evi, anne eli, anne sıcaklığı, anne sevgisi, anne merhameti ve anne şefkati dünyada karşılığı olmayan emsalsiz bir hazinedir.

Annelerdeki şefkat öylesine zirvededir ki, aciz bir tavuğu, yavrusuna yapılan bir kötülük karşısında köpeğe ya da aslana saldırtacak kadar yüksektir. Hani deriz ya; yemedi yedirdi, giymedi giydirdi, aç durdu evladını doyurdu… Bütün bunlar her türlü anneler için geçerlidir. Yani insan olan annelerde olduğu gibi, hayvan neslinden gelen anneler de aynı duygularla donatılmıştır. Vahşi hayvanların kendi yavrularına gösterdikleri şefkat örnekleri televizyonların belgesel kanallarında en çok izlenen bölümlerdir.

Benim annem de bir şefkat kahramanı idi. Bir merhamet abidesiydi. Bir sevgi sembolü idi. Hayatını gözünü kırpmadan beş evladı için feda edecek yürekte bir insandı.

Ta mini mini çocukluğumuzdan itibaren bizim manevi ve maddi ve insanî eğitimimize o rehber oldu, yol ve yön gösterdi. İlk elifbayı, ilk namaz surelerini, ilk Kuran-ı Kerim okumayı, iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı, güzeli çirkini, helali haramı bize o öğretti. Yani benim ilk muallimim, ilk öğretmenim, ilk hocam annem oldu.

Annem, ilkokula başlayıp lise bitinceye kadar benimle beraber gece yarılarına kadar ders çalışırdı. Benim derslerimi bilmese bile yanımda oturur, bana eşlik eder, manevi güç verirdi. Yani varlığını her daim hissettirirdi. Hastalandığımda her daim benimle beraber hastalanır, sevinçli halimde sevinirdi. O benim annemdi, kaç yaşında olursak olalım, O anne bizler çocuk olduk. 60 yaşında da olsam bana “Aman evladım, terli terli su içme. Sırtını sağlam giyin. Hasta olma…” demeyi ihmal etmezdi. Ve beni benden çok daha fazla seven, koruyan ve düşünen annem idi..

“Ana başa tac imiş… Her derde ilâç imiş… Bir evlât pir olsa da, anaya muhtaç imiş” diye boşuna söylenmemiş.

Allah'ın rahmet ve merhametinin dünyadaki tecellisi anne olsa gerektir.

Her anne mübarektir, mukaddestir. Annenin iyisi kötüsü olmaz. En kötüsü annesiz kalmaktır!

Hz. İbrahim yıldıza niçin "Rabbim" dedi?


   
En'am sûresinin Hz. İbrahim ile ilgili 76-79. âyetlerini okuduğumuz 371. Kur'an Buluşmasının özeti ve video kaydı
  

Kur’ân’ın bize “nümune-i imtisal” olarak gösterdiği Hz. İbrahim, Kur’ân-ı Kerimde yer alan kıssalarından birinde kavmine karşı önce yıldız, sonra ay, sonra da güneş için “İşte rabbim” demişti.

UTESAV tarafından organize edilen Kur’an Buluşmalarının 371. bölümünde, En’am sûresinin bu kıssa ile ilgili şu âyetlerini okuduk:

Gece bastırınca, İbrahim bir yıldız gördü, “İşte rabbim” dedi. Batınca da, “Ben batıp gidenleri sevmem” dedi.

Ayı doğarken gördüğünde “İşte rabbim” dedi. O da batınca “Eğer Rabbim bana yol göstermeseydi, muhakkak ben sapıtmışlar güruhundan olurdum” dedi.

Güneşi doğarken gördüğünde “İşte rabbim; en büyük bu” dedi. O da batınca “Ey kavmim,” dedi. “Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.

Ben, bütün bâtıl inanışlardan uzak bir şekilde, gökleri ve yeri yoktan yaratana yüzümü çevirdim. Ben müşriklerden değilim.

Bu âyetlerin ışığında yaptığımız müzakereler, özetle şu noktalarda toplandı:

·         İbrahim aleyhisselâmın bu âyetlerde nakledilen “İşte rabbim” şeklindeki sözleri gerçekten kendi inancını ifade edecek şekilde söylemediği açıktır.  

·         İsmet sıfatı bütün peygamberler için söz konusu iken, İbrahim aleyhisselâmın kavmiyle tevhid mücadelesine genç yaşlarda başladığı, âyetlerden anlaşılmaktadır.

·         Burada şu mânâlardan biri kastedilmiş olabilir: “Siz yıldızlara taptığınıza göre, bunlar arasından olsa olsa şu en parlak olanı rab olabilir.” “Bunlar sizin ilâhlarınız ise, ben de aralarından şu en parlak olanını seçiyorum.”

·        Bu suretle, İbrahim aleyhisselâm, kavmi ile arasında bir tartışma zemini vücuda getirmiş ve “Bakalım, bu işin sonu nereye varacak?” şeklinde bir süreci başlatmış olmaktadır.

·         İbrahim aleyhisselâmın gösterdiği yıldız, gecenin karanlığı içinde parıl parıl parlayan bir yıldızdı. Doğmakla karanlığa galip gelmiş oldu. Fakat yıldız herkesin gözü önünde doğduğu gibi, herkesin gözü önünde de karanlıklara karıştı. Ortaya çıkışı da, yok oluşu da herkesin gözleri önünde gerçekleşti. Eğer o ilâh ise, daha önce niçin yoktu, sonra niçin yok oldu? Bu suretle, “Varlığının başlangıcı ve sonu olanlar ilâh olamazlar” gerçeğini İbrahim aleyhisselâm kavmine bu şekilde fiilî olarak ders vermiş oldu.

·         Burada, aynı zamanda, insanın beka arzusuna da bir hitap vardır: Kendilerini yok olup gitmekten kurtaramayanlar mı size beka verecek?

·         “Batıp gidenleri sevmem” sözünde, imanın aynı zamanda bir muhabbet meselesi olduğuna da işaret vardır. Bu, aynı zamanda, “Ben muhabbetimi ancak bâki kalan, bâki kalmak için hiçbir şeye muhtaç olmayan ve kendisi bâki olduğu gibi dilediğine de beka verebilecek olana yöneltirim” anlamını da ifade etmektedir.

·         İbrahim aleyhisselâm bu hükmünü sözlerinin en başında vermemekle, muhataplarına vicdanlarıyla baş başa kalma ve hayatî önem taşıyan bu kadar büyük bir meselede salim bir muhakeme yürütme fırsatı tanımış oluyor. Kur’ân-ı Kerimin birçok âyetinde bu usulün takip edildiği görülmektedir.

Müzakerelerimizin sonunda, İmam Matüridî’nin bu âyetlerden çıkardığı 10 ayrı sonucu da mütalâa ettik.

En’âm sûresinin 76-79. âyetlerini okuduğumuz 371. Kur’an Buluşmasının video kaydını buradan izleyebilirsiniz:

  

Kur’an Buluşmaları Cumartesi sabahları MÜSİAD’ın Çobançeşme’deki genel merkezinde gerçekleşiyor. Buluşmalar, sabah namazını takiben 7:00-7:30 arasında simit, peynir ve çaydan meydana gelen kahvaltı ikramından sonra 7:40-8:40 arasında sunum ve 8:30-9:00 arasında soru-cevap şeklinde cereyan ediyor ve canlı olarak https://www.youtube.com/erdemlihayat adresinden yayınlanıyor.