Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivâyet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur:
"Oruç kalkandır."[1]
Orucun bir ibadet türü ve kulluk görevi olarak, farz-nafile her
iki çeşidini de kapsamak üzere Peygamber Efendimiz tarafından "kalkan" diye değerlendirilmiş olması, üzerinde durulması gerekli fevkalâde dikkat çekici bir tespit, teşbih ve çok ciddi bir
uyarı niteliğindedir.
Hadis kitaplarımızda yer alan rivâyetler içinde "kalkan, siper
ve örtü" diye tercüme edebileceğimiz "cünne" kelimesini Sevgili Peygamberimiz
oruc’un yanında bir de imam (halife, emir, komutan, yönetici)
için kullanmıştır.[2]
Edebî yönden teşbih-i beliğ[3] niteliğindeki "oruç kalkandır" hadis-i
şerifinin ifade gücü ve güzelliği yanında ihtiva ettiği engin manayı
kavrayabilmek için önce, oruç kelimesinin içinde yer aldığı başka bir kaç
rivayete daha işaret etmekte fayda vardır:
"Oruç kalkandır. Oruçlu kötü söz söylemesin. Oruçlu kendisine
ilişmek isteyenlere iki kez ‘ben oruçluyum’ desin.”
Kaynaklardaki bazı rivâyetlerde orucun, " اَلصَّوْمُ جُنَّةٌ
حَصِينَةٌ mükemmel bir kalkan",[4]
” الصَّوْمُ جُنَّةٌ مِنَ
النَّار cehenneme karşı bir
kalkan”, " كَجُنَّةِ أَحَدِكُمْ
مِنْ الْقِتَالِ sizden birinizin savaş
için kullandığı gibi bir kalkan"[5] olarak tanıtıldığını da görmekteyiz. Yani hadis-i şerifte kalkana
benzetilen oruçta, -bu hadislerden de anlaşıldığına göre- öne çıkan anlam
ve işlev korumaktır.
Bu tanıtımlar, koruma işlevinin iyice anlaşılmasını
sağladığı gibi, işin âhiret boyutunu da "cehennem azabına kalkan"
olmak diye açıkça ortaya koymaktadır. Bu demektir ki, her iki hayat sahnesinde
de koruma işlevini gören oruç ibadeti İslâm ümmetinin en büyük şanslarındandır.
Kulluk kalkanı
Oruç, kişiyi düşmanın yaralayıcı hamlesinden koruyan kalkan misali
insanı dünyada elem, keder ve stresten koruduğu gibi âhirette de cehennem
ateşinden koruma özelliği olan bir kalkandır. Bu anlamıyla oruç, bizim için iki
cihanda koruma kalkanımız demektir. Zira oruç, oruç tutan kişiyi dünyada öncelikle
dilin afetleri sayılan günahlardan, dolayısıyla âhirette
de, Allah'ın azabından ve cehennem'den korur.
Bu noktadaki koruma garantisini biz bir hadis-i kudsî'de
bulmaktayız:
عَنْ
أَبِي هُرَيْرَةَ
عَنْ النَّبِيِّ
صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ الصَّوْمُ
لِي وَأَنَا أَجْزِي بِهِ يَدَعُ شَهْوَتَهُ وَأَكْلَهُ وَشُرْبَهُ مِنْ أَجْلِي
Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem, "Allah Teâlâ şöyle
buyurdu" demiştir: "Oruç benim içindir, onun karşılığını vermek de bana aittir. Oruçlu,
şehvetini tatmin etmeyi, yemesini-içmesini benim rızam için terk eder."[6]
Bu hadis-i kudsî'de Allah Teâlâ'nın, kulun kendi rızası için
yaptığı riya ve gösterişten uzak fedakârlığını, önceden belirlenmiş olan on
sevaptan yedi yüz sevaba kadar karşılık verme ölçüsünün ötesinde ve üstünde
değerlendireceğini bildirmektedir. Yani "onun karşılığını ne kadar olarak
vereceğimi ben bilirim" buyurmak suretiyle kulun samimi kulluğu karşısında
asla kuluna borçlu kalmayacağını ilan etmiş olmaktadır. Allah Teâlâ, va'dinden
kesinlikle dönmeyeceğine göre, O'nun rızasının en çok gözetlendiği oruç ibadetine
vereceği ödülün ucu açık, tahminlerin üstünde olduğu kesinlik kazanmış
olmaktadır. Bu durum, orucun koruma getirisinin kulluk açısından ne ölçüde
büyük olduğunu göstermektedir.
Hiç kuşkusuz kalkanı olmayan bir savaşçı gibi oruçsuz olan insan da
büyük ve aslî korunma imkân ve âletinden yoksun, dolayısıyla her türlü iç ve
dış tehlikelere karşı savunmasız halde demektir. Bu durum başını kaybetmiş
millet ve ümmet için de aynı şekilde söz konusudur, yani böylesi millet ve
ümmetler de koruma kalkanından mahrum kalmışlardır.
Her birimiz, özellikle Ramazan aylarında şahsımızda, yakın
çevremizde ve cemiyette gözlemlediğimiz oruçlu olmaktan ileri gelen birtakım
güzellikler, düzelmeler, duygu enginlikleri ve buna paralel olarak yapılan
iyilikler, hayırlar, güzel uygulamalara tanıklık etmekteyiz. İşte bütün bunlar,
oruç kalkanını birlikte toplumca kuşanmış olmanın, önce duygularımıza sonra da
sosyal hayatımıza kazandırdığı güzelliklerdir.
Davranışlarımızı etkileyen duygularımız ve düşüncelerimizdir. Duygu
ve düşüncelerimizin belli bir düzey ve kıvamda, belli bir disiplin altında
olması da yoğun şekilde oruç ibadeti vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Sınırlandırılmaktan
hiç hoşlanmayan his ve hevesler, oruç ve imsak disiplini ile
daha baştan -irâdî olarak- en üst seviyeden benimsenmiş sınırlara çekilmekte
ve olumsuz etkileri önlenmekte, bir tür sıkıyönetime tâbî tutulmaktadır. Bu da
orucun insan ruhunu, duygu ve düşüncelerini ve dolayısıyla günlük hayatını zararlı
etkenlerden, maddi-manevi olumsuzluklardan koruyan tam bir kalkan ya da insan
için güvenli bir siper olduğunu göstermektedir. Nitekim Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem, gücü-kuvveti ve şehevî duyguları yerinde olduğu halde evlenme
imkanı bulamayan gençlere, kendilerini günah işlemekten korumaları için oruç
tutmalarını (فَإِنَّهُ لَهُ وِجَاءٌ وَمَنْ
لَمْ يَسْتَطِعْ؛ فَعَلَيْهِ بِالصَّوْمِ) tavsiye
etmiştir.[7] Yani
nefsin oruç ile terbiye edilmesini önermiştir.
Şu da bir gerçektir ki, orucun koruyuculuğu sadece Ramazan ayı ile
yani farz oruçlarla sınırlı değildir. O, kendisine baş vurulan her gün ve
şartta nâfile oruç tutarken de koruma işlevini, kalkan görevini yerine getirir.
Bu durum, oruç ibadetinin toplumun büyük bir kesimi tarafından yerine
getirildiği için Ramazan ayında çok daha belirgin olarak görülebilmektedir.
Fark bundan ibarettir.
Bir başka açık gerçek de şudur: İslâm, topluca ve toplumca yaşandığı
oranda kendisinden istifade edilebilecek bir dindir. Çünkü o bütün insanlığın
dinidir. Mensuplarına dünya ve âhiret mutluluğunu kazandırmak istemektedir.
Getirdiği esaslar, öğretiler de bu hedefe yönelik ilkelelerdir. Önemli olan
İslâm'a, kendisine has sınırları içinde yaklaşabilmek, onu kendi bütünlüğü
içinde yaşayabilmektir.
Meşru bir özrü olmadığı halde Ramazan günlerinde oruç kalkanını
kuşanmamış olanlar, hem kendilerine hem de çevrelerine karşı İslâmî
kimliklerini ispat etmekte ve korumakta zorlanacaklardır.
Sağlık
kalkanımız
Yine Ebu Hüreyre radıyallahu anh'den nakledildiğine göre
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, صُومُوا
تَصِحُّواOruç tutunuz sıhhat bulunuz![8] buyurmuştur. Bu hadis-i şerif, orucun sağlık açısından kalkan
oluşunu, koruyuculuğunu ortaya koymaktadır. Dünyamızda yaygınlaşmış bulunan obezite/şişmanlık ve sebep olduğu
rahatsızlıklar ve bunlar karşısında başvurulan diyetlerin temelini teşkil eden
az yemek tavsiyeleri, orucun sıhhat kalkanı olduğu gerçeğinin tıbbî açıdan
itirafıdır.
Yukarıdan beri genel bir tespitle dünyada günahlara, ahlak ve
sağlık sorunlarına, ahirette ise cehennem azabına kalkan olduğunu anlatmaya
çalıştığımız oruç, “kader okuna kalkan tutulmaz” ata sözünde
olduğu gibi sadece kader karşısında etkisizdir.
Kulluk ve sağlık kalkanını kullanma günleri Ramazan-ı şerifi
değerlendirme niyeti, gayreti ve basireti bizleri beklemektedir.
İmsak
disiplininin iftar neşesiyle son bulması oruçlu
günlerimizin, Reyyân kapısından[9]
cennete girmek de ahiret hayatımızın mutluluğu olsun.
[1] Buhârî, Savm 2,
Tevhid 35, Müslim, Sıyam 162; Ebû Dâvûd, Savm 25; Tirmizi, Cum'a 79, Savm 54,
İman 8; İbn Mace, Sıyâm 1, Fiten 12, Zühd 22; Dârimi, Savm 27,
50; Muvatta, Sıyam 57
[2] Bk. Buhârî, Cihad
109; Müslim, İmâre 43; Ebû Dâvûd, Cihad 151; Nesâî, Bey'at 30. Bu hadisin
yorumu için bk. Çakan, Hadislerle Gerçekler, s. 199-201 (İstanbul, 2017,
Yedinci Baskı)
[3] Teşbih, Beyan ilmi tabiri olarak,
aralarında ya gerçekten ya da mecâzen ilgi-ilişki bulunan şeyleri birbirine
benzetmektir. Teşbih-i beliğ ise, sadece benzeyen
ve kendisine benzetilenle yapılan benzetmedir. Bu teşbihte benzetme yönü (vech-i
şebeh) ve benzetme edatı (edat-ı teşbih) zikredilmez. Teşbih-i beliğ'e
şimdilerde yalın benzetme de denilmektedir.
[4] İbn
Recep el-Hanbeli, Camiu'l-ulum ve'l-hikem, s. 272
[5] Bk.
Nesâî, Sünen, VII, 415
[6]
Buharî, Tevhid 35
[7]
Buhari, Savm 10; Nikah 302; Müslim, nikah 1; Nesâi, Sıyam 43; İbn Mace; Nikah 1
[8] Ebu Nuaym el-Isfehâni, et-Tıbbu'n-nebevi,
I, 236
[9] Bk. Buhârî, Savm 4; Müslim, Zekât 85;
Tirmizî, Menâkıp 16; Nesâî, Sıyam 43
Hiç yorum yok
Yorum Gönder