Bozgunculuk nerede başlar?


   
Bir Ayet Bir Hadis programlarından ikincisinin "Bir Ayet" bölümü:

    ***
  

İşte şu âhiret yurdunu, Biz yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak istemeyen kimselere nasip ederiz. Âkıbet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.

Kasas, 28:83


Hz. Ali: Ayakkabısının bağını arkadaşınınkinden üstün gören ve bundan hoşlanan kimse de “yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak isteyen kimse” kapsamındadır.

Taberî, Kasas 83 tefsiri

 

ÜMİT ŞİMŞEK


Zenginliğiyle övünen ve insanlara karşı büyüklük taslayan Karun’un sarayıyla beraber yerin dibine geçtiğini anlatan âyetlerden sonra gelen bu âyet-i kerime, büyüklük taslamayan ve bozgunculuk yapmayan kimseler için ise ebedî bir âhiret yurdunu vaad ediyor.

Gerek Karun ile ilglii olarak anlatılanlar, gerekse “büyüklük taslamayan ve bozgunculuk yapmayan kimse” şeklinde yapılan tanım gayet açık anlamlar içerdiği için, her iki sınıf insan hakkında da âyetlerin maksadı tereddüde yer bırakmayacak şekilde anlaşılmaktadır. Ancak bu işin bir süreç işi olduğu ve her iki gruptaki insanların da birden bire âyette tanımlanan bir duruma gelmediği unutulmamalıdır. Eğer bu husus unutulur veya ihmal edilirse, tehlikenin farkına varıldığı zaman geriye dönmek imkânı güçleşmiş, bazan da imkânsız denecek dereceye gelmiş olabilir.

İşte bu noktada Hz. Ali, o keskin bakışı ve engin feraseti ile bize bir ipucu veriyor ve diyor ki: “Ayakkabısının bağını arkadaşınınkinden üstün gören ve bundan hoşlanan kimse de ‘yeryüzünde büyüklük taslayıp bozgunculuk yapmak isteyen kimse’ kapsamındadır.”

Yanlış anlamaya meydan vermemek için, bu sözdeki vurgunun altını çizelim: “Ayakkabısının bağını arkadaşınınkinden üstün GÖREN ve bundan HOŞLANAN kimse.” Yoksa, arkadaşınınkinden üstün olan kimse değil. Nitekim “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan Cennete giremez” buyuran Resulullah’a “İnsan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasından hoşlanır” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştu:

“Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise, hakkı kabullenmemek ve insanları küçük görmektir.”[1]

“Allah rızıkta sizi birbirinize üstün kıldı”[2] mealindeki âyet-i kerimede de açıkça belirtildiği gibi, insanların nimetlerden farklı derecelerde nasip alması, İlâhî takdirin bir sonucudur ve bunun çeşitli hikmetleri vardır. Burada şu kadarını belirtmekle yetinelim: Bu dünyada kime ne verilmişse, kıyamet gününde onun hesabı sorulacaktır; bu bakımdan, sadece imtihan için ve geçici olarak uhdesine verilmiş olan nimetler, sahipleri için hiçbir surette bir değer ölçüsü teşkil etmez.

Fakat insan kendisine verileni bir değer ölçüsü olarak aldığı zaman ölçüler şaşmış, insanın yönü değişmiş, değerleri başkalaşmıştır.

Kendisine nasip olanı arkadaşına nasip olandan daha üstün gördüğü zaman “Benimki daha üstün” der ve şuurlu yahut şuursuz şekilde kendisinde bir büyüklük farz eder.

Tersi olduğunda ise arkadaşına karşı bir kıskançlık hisseder. Aradaki farkı kapatıp da onun önüne geçmedikçe rahat yüzü görmez.

Filan marka veya model arabaya binmek, filan yerde şöyle bir eve sahip olmak, cep telefonunda en üstün markanın en yeni modelini yakalamak, manto ve eşarpta filanca markaya dünyanın parasını harcamak gibi konularda bu üstünlük sevdası gayet aşikâr şekilde kendisini belli eder. Fakat bu, arızanın belli olduğu noktadır. Bu noktada ise artık üstünlük hevesinin bastırılması bir hayli zorlaşmıştır. Bu konuda alınacak en etkili önlem, üstünlük hevesinin ilk olarak ortaya çıkması muhtemel olan yerde onu yakalamaktır. Hz. Ali işte bunu yapmış ve ayakkabı bağı gibi kimsenin gözüne bile ilişmeyen ve hiçbir değer verilmeyen bir şeyde dahi üstünlük hevesinin ortaya çıkma ihtimaline dikkatimizi çekmiştir.

Evet, ayakkabımızın bağı arkadaşımızınkinden üstün çıktı diye içimizde belli belirsiz dahi olsa bir hoşnutluk duyuyorsak, işte burası yeryüzünde üstünlük dâvâsı gütme hevesinin çıktığı yerdir. Bunu önemsiz görür ve duygularımızı “eğitmezsek,” bundan daha değerli eşyalardaki üstünlük hevesi onu takip eder. Bu yarışın en sonunda varacağı yeri ise, Kasas sûresinde anlatılan Karun kıssası bize açık ve ibretli bir şekilde göstermiştir. Maddî eşya ve rütbelerin en geçerli değer ölçüsünü teşkil ettiği zamanımız toplumlarında ise biz bu yarışa ayakkabımızın bağından değil, çok daha ilerilerden, hattâ daha çocuk yaşlarda telefon markaları gibi pahalı ve gösterişli eşyalardan başlıyoruz.

Fakat Allah’ın kitabı bize bütün bunlardan çok daha yüksek bir hedef gösteriyor ve siz böyle değersiz şeyler uğrunda değil, şöyle değerli hedefler uğrunda yarışın diyor:

Rabbinizden erişecek bir bağışlanmayı ve öyle bir Cenneti kazanmak için yarışın ki, genişliği gök ile yerin genişliği kadardır ve Allah ile peygamberlerine iman edenler için hazırlanmıştır. İşte bu Allah’ın lütfudur; onu dilediğine verir. Gerçekten de Allah pek büyük lütuf sahibidir.[3]

Hz. Ali ise, böyle bir yarışı gerçekten bir hayat gayesi edinebilmek için, yarışa başlamamız gereken yeri gösteriyor:

Ayakkabımızın bağı.

https://www.youtube.com/live/XghHLWawAuQ?feature=share



[1] Müslim, İman: 147.

[2] Nahl, 16:71.

[3] Hadîd, 57:21.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Huzurun anahtarı sürekli çalışmada