100 bin dolarınız olsa...

    
Başınızı sokacak bir eviniz ve bir işiniz de yok iken birden bire 100 bin dolarınız olsa ne yapardınız? Bir deney, sonucu ve bizim kendi hayatımızla şaşırtıcı benzerliği:


Bir sabah 100 bin dolarınız oluverse ne yapardınız?

 

California’da köprü altlarında yatan ve çöp toplayarak hayatını kazanan Ted Rodrigue adında evsiz bir Amerikalının başına bir gün böyle bir talih kuşu konuverdi. Ted o sabah çöplerin arasında bir çanta buldu. Tozunu pasını sildikten sonra çantayı açtığında Ted’in karşısına çıkan şey, deste deste paralar ile bu paraların kendisine ait olduğunu müjdeleyen bir not idi. Gözyaşları içinde notu okuyan Ted’in altı ay sürecek macerası böylece başladı.

 

Gerçekte bu bir televizyon belgeseli için hazırlanan senaryonun başlangıcıydı. Belgeseli hazırlayan ekip, bu programla bir sorunun cevabını bulmaya çalışıyordu:

 

“Evsiz bir adamın âniden 100 bin doları olsa ne yapar?”

 

Ekip, yaptığı araştırmalardan sonra bu iş için Ted’i uygun bulmuştu. Psikiyatrik muayene ve uyuşturucu testlerinden geçirildikten sonra Ted’in karıştırdığı çöplerin arasına 100 bin dolarlık para desteleriyle dolu bir çanta kondu ve Ted’in yaşayışı adım adım izlendi.

 

Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, Ted’in hayatı o andan itibaren büyük bir hız kazandı. Fakat bu, Ted’den başka herkesi ürküten bir hızdı. Ted ise yapılan ikazlara aldırmıyor, elindeki paranın birgün tükenebileceği ihtimalini hatırına getirmiyor ve “Ben sadece bugünü düşünüyorum” diyordu. Para suyunu çekmeye başlayınca kardeşleri ona bir işe girmesini tavsiye ettilerse de, o “Ben çalışmak için değil, yaşamak için varım” diyerek bu teklifleri sürekli olarak geri çevirdi.

 

Altı ay süren çekimlerin ardından, başlangıç ve sonuç sahneleri birbirinin aynı bir belgesel ortaya çıktı. 100 bin doları bütünüyle temize havale ettikten sonra tekrar köprü altına ve çöplerinin başına dönmek için Ted’e bu altı aylık süre kâfi gelmişti. O yine eskisi gibi işsiz ve evsizdi; sadece duyguları değişmişti:

 

Başlangıçta kendisine 100 bin doları verenlere şükran hisleriyle dolu iken, şimdi aynı sebeple onlardan nefret ediyordu.

 

***

 

Ted’in hikâyesi her ne kadar nadirattan görülse de, aslında sıradan bir hikâyeden başka birşey değildir. Hiç şüphe yok, bu hikâyeyi işiten veya okuyanların büyük çoğunluğu, onun yaptığı aptallığı kendisinden çok uzak görecek ve “Ben olsaydım şunu, şunu yapardım” diyerek kendince o parayı akıllı bir şekilde değerlendirmenin yollarını düşünecektir. Fakat böyle durumlarda insanın gerçek becerisi hayalî senaryolarda değil, yaşanan gerçek hayat sahnelerinde ortaya çıkıyor. İsterseniz Ted’in hayatını kendinizinkiyle kıyaslayın:

 

Ted’in sadece 100 bin doları vardı. Bize ise bundan çok fazlası bağışlandı. Bir taraftan bütün bir dünya her türden nimetlerle dolu bir sofra olarak önümüze serilirken, diğer taraftan da bütün bu nimetlerden istifade etmemizi sağlayacak maddî ve manevî duyu ve kabiliyetlerle donatılmış bir vücut bize verildi. Böyle bir dünyaya ve böyle bir vücuda bir günlük kira olarak nasıl bir değer biçerdiniz?

 

Hepimiz, kendimizi konu alan birer belgeselin başrolündeyiz. Filmin konusu, aynen Ted’in belgeselindeki gibi:

 

“Bize verileni nasıl harcayacağız?”

 

Ne yazık ki, ekseriyetle bizim bu soruya verdiğimiz fiili cevaplar da Ted’inkinden çok farklı çıkmıyor. “Daha çok vaktimiz var” diyoruz. Yarını değil, bugünü düşünüyoruz. Dünyaya çalışmak için değil, yaşamak için geldiğimizi sanıyoruz. Sürenin bitmekte olduğunu hatırlatanlara karşı da çok iyi hisler beslemiyoruz. En değerli ömür dakikalarını, saatlerini, günlerini ve yıllarını alışveriş merkezlerinde, televizyon dizilerinde, şöhretini ahlâksızlıklarına borçlu birtakım ünlü kişilerin kepazeliklerini takip etmekte, fâni dünyada bırakacağımız eşyaları biriktirmekte tüketiyoruz. Bütün bu mâlâyâniyâtın arasına bir iki hayırlı iş sıkıştırabilirsek, bize verileni değerlendirdiğimiz kuruntusuna kapılıyor ve yine her zamanki işlerimizin başına dönüp ömürlerimizi telef etmeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

Gözümüzü açtığımız her yeni günle bu filmin yeni bir bölümü başlıyor. Bir bakıma, her gün bize bütün bu nimetler yeni baştan veriliyor. Ve bir fırsat daha sunuluyor önümüze:

 

“Bakalım bu defa bize verilenlerle ne yapacağız?” sorusunun cevabını kaydetmek üzere.

 

Kameralar açık. Her zaman olduğu gibi bugün de kayıt devam ediyor. Daha “Stop” denmedi. Ne zaman deneceği senaryoda yazılı, ancak henüz bize bildirilmedi. Ama ya bugün, ya da bugünkü gibi bir başka gün “Stop” emri mutlaka gelecek. Ve kayıtlar, bize verilenle neler yaptığımızı ortaya dökecek.

 

Ted'in macerası bize çok da yabancı gelmiyor, öyle değil mi?

-- Ümit Şimşek

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Huzurun anahtarı sürekli çalışmada