Bir sadelik öyküsü


    
Çok yakın bir zamanda yaptığımız tasarım değişikliği, uzun zamandır peşinde olduğum bir sadelik arayışının sonucuydu. Birkaç hafta önce sadeliği bir ölçüde yakaladık yakalamasına, ama ortaya çok da kullanılışlı bir tasarım çıkmadı. Veya çıktıysa da bana öyle gelmedi, çünkü benim gönlüm uzun zamandır yirmi sene öncesinin ilk bloglarındaki sadelikte, daha doğrusu o sadelik içinde insanı zevkle okumaya çağıran içerik zenginliğindeydi. Aralara tek tük yerleştirilmiş bir iki küçük resimle zenginleştirilmiş metinler, henüz sosyal medyanın esareti altına girmemiş zihinlerde bir kitap neş’esi uyandırıyor ve hem yayınlayanların, hem de okuyanların hayatlarına hiç masrafsız zenginlikler katıyordu.

Daha sonra sosyal medyanın ve daha başka teknik imkânların gittikçe artan hız ve imkânlarla devreye girmesi bu zevkimizi fazlasıyla kaçırdı. İster istemez hepimiz bu rüzgâra kapıldık; kapılmayanlar da zaten devre dışı kaldı. Ama zaman zaman dönüp de ilk blog yayınlarına baktığımda, bir özlem kendisini ciddî şekilde hissettiriyordu: O blogların bir çoğunda sade bir zarafet içinde düzenlenmiş ve, dikkat dağıtıcı duyuru, reklam, bağlantı gibi parazitlerin istilâsına -- en azından bugünkü ölçekte -- uğramamış yazılar vardı; ve bu yazılar, “Çayını, kahveni al, fonda da sakin bir müzik hafiften çaladursun, gel seninle sakin bir akşamı baş başa geçirelim” diye insana seslenebiliyorlardı. Belki elimize alıp sayfalarını çevirebildiğimiz kitaplar kadar güçlü değildi çağrıları, ama yine de kendilerini işittirebiliyorlar ve vaad ettikleri huzuru ve zevki insana tattırabiliyorlardı.

Gerçi daha sonraki yıllarda bizim sitede yazıları mümkün mertebe dikkat dağıtıcı unsurlardan arındırmaya hep dikkat ettik. Okuyucular da bir makaleyi tıkladıklarında o makalenin bitimine kadar sağında solunda herhangi bir bağlantı, duyuru, reklam gibi başkaca bir unsurla karşılaşmadıklarını muhtemelen hatırlayacaklardır. Bununla beraber, ön sayfalarda o sadeliği koruyamıyorduk; çünkü o vitrinler duyuru ve çağrı mekânlarıydı, cıvıl cıvıl olmak ve birçok şeyi bir arada sunmak zorundaydılar.

Daha önce bu sütunda açıkladığım sebepler yüzünden tekrar Blogger’a dönüş yapmak zarureti hasıl olunca, eski hatıralar tekrar canlandı ve -- Sade Hayat kitabını yazmış bir kimse olarak -- sadelik hasreti kendisini gittikçe daha güçlü bir şekilde hissettirmeye başladı. Yakın zamanda yeni bir tasarımla bir deneme yaptıysam da, kar helvası gibi bu -- en azından benim için -- tatmin edici olmadı. Evet, bu temada bir sadelik ve zarafet vardı, ama yine görüntü ağır basıyor, ayrıca bu sadelik muhteva zenginliğini de yansıtamıyordu.

Nihayet can havliyle tekrar eski tip blog tasarımlarını gözden geçirmeye başladığımda, birkaç ufak dokunuşla tam arzuladığım sadelik ve zarafeti yansıtacağını umduğum bir tanesiyle karşılaştım. Sizi bilmem, ama ben şimdi gerek blogun kendisine, gerekse tek tek yazılara baktığım zaman, karşımdaki sayfanın beni okumaya çağırdığını hissediyorum. Ön sayfada dahi dikkat dağıtacak hiçbir şey yok gibi. Lüzumlu olan, ancak sürekli göz önünde durduğu takdirde kalabalık edeceğinde şüphe olmayan unsurlar, hareketli menü halinde ve "Ayrıntılı menü" başlığı altında, sol üst köşede gizlenmiş duruyorlar ve sadece siz istediğinizde ortaya çıkıp sonra hemen saklanıyorlar. Ve siz, karşınızda görüntüyü rahatlatan küçük resimlerin eşliğindeki başlık ve spotlarla baş başa kalıyorsunuz. İstediğiniz yazıyı tıkladığınızda ise, göz zevkinizi okşayacağını umduğumuz sade ve zarif bir düzen içinde yazının kendisi karşınızda beliriyor.

Gerçi bin kadar yazıyı barındıran blogda birtakım dokunuşlara ihtiyacı olan yerler, düzeltilecek bazı hatâlar da var; bunlar zaman içinde inşaallah rötuşlanacak. Ama bugün huzurlarınıza çıkan bu tasarımın bizi uzunca bir müddet mutlu edeceğini sanıyorum. 

--- Ümit Şimşek

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Raşid Halifelerde iman-amel bütünlüğü

Huzurun anahtarı sürekli çalışmada