Kayıtlar

Haziran, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BATI MEDENİYETİ SAPIKLIĞI İŞTE BÖYLE AKLADI!

Resim
Özgürlük hareketlerine sızan küresel sapıklar, uzun mücadelelerden sonra cinsel sapıklıkları bağıra çağıra "hastalıklar" listesinden çıkarmayı başardılar. – III – H er türlü sapıklığın Batı dünyasında hüsn-ü kabul görmesinde ve oradan dünyaya yayılmasında garipsenecek bir durum yoktur. Bu, Batı medeniyetinin tabiatıyla ilgili bir durumdur. Zira, Batı medeniyetinin insanlığa verdiği hizmet, Bediüzzaman Said Nursî’nin tabiriyle, “ nefis ve batın ve fercin hevesatını tatmin ” suretiyle gerçekleşir. Bu hedefe hangi fuhşiyat vasıtasıyla ulaşılacağı ise, “füruattan” addolunacak bir meseledir. Eğer çoğunluğun normal kabul edilen yollardan ulaştığı hazlara bir kısım insanlar sapık yollardan ulaşabiliyor ve diğerleri kadar mutlu olabiliyorlarsa, Batı medeniyeti bu ikinci yolu “sapıklıklar” zümresinden çıkarır, normal davranışlar arasına katar. Hattâ bu kadarla da kalmaz, onu özendirmek ve toplumlarda yaygın hale getirmek için bütün imkânlarını seferber eder. Evelyn Hooker’ın

HOCAM CEMAL CEBECİ BEY’İN ARDINDAN (1919-2017)

Resim
PROF. DR. İSMAİL LÜTFİ ÇAKAN 19 Haziran 2017 Pazartesi günü iftarının yaklaştığı saatlerde Kayseri İmam-Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden devre arkadaşım ve dostum Muhteşem Ağır bey Nevşehir’den aradı. Hal-hatır sorduktan sonra “Cemal Cebeci Hoca vefat etmiş haberin oldu mu?” dedi. “İnna lillah ve inna ileyhi râciun, haberim olmadı” dedim. “Bugün sabah vefat etmiş, cenazesi yarın (20.6.2017) öğle namazından sonra Hacı Bayram Cami’inden kaldırılacakmış” dedi. Bu haber üzerine hayat şeridim geriye sarmaya başladı. 1959 yılı Ekim ayında hocanın önce ismi ve imzası ile sonra da kendisi ile tanışma bahtiyarlığına kavuşmuştum. Yatılı okuma imkanı olduğu için Kayseri İmam-Hatip Okulu’na dilekçe ile başvurmuştum. Bir hafta on gün kadar sonra yarım sayfalık antetli bir kağıda yazılmış cevap geldi. “ Müracaatınız uygun bulunmuştur, … tarihte gelip kaydınızı yaptırın”  diyordu. Aslında büyük bir heyecanla beklediğim ve adıma hitaben yazılmış ilk resmi yazıydı bu. Altında

SAPIKLIĞI ÖNCE ALLAH’IN KİTABINA SOKTULAR!

Resim
– II – S apıklığı sapıklık olmaktan çıkararak insanlara olağan bir davranış biçimi olarak sunmak, hattâ bunun da ötesine geçerek bir övünç kaynağı halinde pazarlamak, tarih boyunca insan ve cin şeytanlarının başlıca meşgalelerinden birini teşkil etmiştir. Onları bu konuda belli bir sınır içinde tutabilecek hiçbir ahlâkî ölçü bulunmadığını gösteren en bariz örnekler, Allah kelâmı kitaplarda yaptıkları tahrifattır. Hz. Âdem ile eşinin Cennette iken çıplak oldukları, ancak yasak meyveyi yiyinceye kadar bunun farkında olmadıkları için çıplaklıklarından utanmadıkları iddiası, Tevrat’a sonradan monte edilmiş bir iftiradır. (A’râf sûresinin 27’nci âyeti, şeytan onları aldatıncaya kadar Hz. Âdem ile eşinin giyinik olduğunu bildiriyor.)  Bu iftira, çıplaklığı utanılacak birşey olmaktan çıkarıp bir kemal mertebesi olarak insanların önüne koyar! Tevrat’ı tahrif ederek ilk peygambere bu iftirayı atanların diğer peygamberlere reva gördükleri şeyler arasında ise, beşerin en aşağılık kısmı

DİL BOZULUNCA AHLÂK DA BOZULUR

Resim
- I - L ût kavminin torunları olmakla övünen sapıkların Ramazan ayında, bizim topraklarımızda, gözümüzün içine baka baka sergiledikleri hayâsızlıklar, bizi çok gecikmiş bir muhasebeyle karşı karşıya getiriyor: Bundan otuz kırk sene önce hayalimizden bile geçmeyen şeyler bugün bu ülkede nasıl yaşanır hale geldi? Vaktiyle en iğrenç, en şenî', en çok lânete lâyık olarak gördüğümüz şeyleri bugün nasıl umursamaz olduk? Umursamamak bir yana, bazı safdillerimiz -- yahut dost görünümlü can düşmanlarımız -- bunları nasıl açık açık savunabilecek hale geldi? Bu soruların cevabına ulaşmak için en kestirme yol, dilimize bakmak olacaktır. Çünkü bizi bozmak isteyenler, huyumuzdan önce dilimizi değiştiriyorlar. Biz, bünyemize yabancı olan şeyler hakkında kendi öz kaynaklarımızdan aldığımız kelimeleri kullanmaktan vazgeçip başkalarının bize öğrettiği kelimeleri kullanmaya başladığımız anda, onların değer sistemlerine karşı teslim bayrağını çekmiş oluyoruz. İşin bundan sonra takip ede

KERİZ AVCILARI UZAYDA!

Resim
Bizim bir Sülün Osman’ımız vardı, uygun müşteri bulduğu zaman, yerde olan herşeyi satardı. Galata kulesi, Galata köprüsü, Boğaz köprüsü, Dolmabahçe saat kulesi, tramvay, vapur, uçak gemisi gibi nice eşya onun elinden kaç defa gelip geçmiştir. Son çeyrek yüzyılda ise gökte olanları satmak moda oldu. Artık gezegenler parselleniyor, yıldızlar satılıyor, satılamayan evlâtlık veriliyor, ulaşılamayacak kadar sapa yerde olanlarına da müşterilerin isimleri konuluyor. Bu maharetli tüccarların sayesinde, bugün Dünya üzerinde yaşayan 4 milyondan fazla insan için mehtaplı geceler çok daha farklı bir anlam ifade ediyor. Onlar Ay’a baktıkları zaman, oralarda bir yerde kendi arsalarının bulunduğunu düşünüyor ve bu arsalarla ilgili olarak geleceğe dair tatlı hayaller kuruyorlar. Bu 4 milyonun hepsinin de sıradan insanlar olduğunu düşünmeyin: Aralarında Barbara Walters gibi ünlü haberciler, Reagan ve baba Bush gibi iki tane Amerikan başkanı, Abramoviç gibi milyarderler ile adları saymakla b

İDAMDAN ÖNCEKİ SON SAATLER

Resim
İdam mahkûmu Çinli kadınların son saatlerini güle oynaya geçirmeleri bütün dünyayı hayrette bırakmıştı. Fakat bundan daha hayret verici olan şeyi kimse fark etmiyor! Birinci tablo İ dam mahkûmu Çinli kadınların son gecelerini anlatan resimleri hatırlayacaksınız: Elleri ve ayakları kelepçeli kadınlardan kimi tırnaklarına oje sürdürürken, kimi ertesi sabah giyeceği tişörtünü özenle katlıyor, kimi de yeni ayakkabılarını zincirli ayaklarına geçirmeye çalışıyor. İnfaza 9 saat kala hepsi birden şen şakrak poker oyununda; gardiyanlar da onların neş’esine seyirci kalmıyor, hep beraber gülüp şakalaşıyorlar. Arada sırada hüzünlenen birisi olursa, onun da bir şekilde avutularak eski neş’esini kazanması uzun sürmüyor. Zamanın bir şekilde “geçirilmesi” gerek! Dakikalar ve saatler uzamamalı, vakit geçmeli, bitmesi istenmeyen ömür bir an önce tüketilmeli! İnfaz, sabahın erken saatlerinde, mahkûmların ensesine sıkılan birer kurşunla gerçekleşecek. İnfaza bir saat kala, mahkûm kadınlard

PUTPEREST KÜLTÜRÜ BELEDİYELERE NASIL BULAŞTI?

Resim
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, uzak beldelerden görünecek kadar büyük bir semazen heykelini bu şehrin bağrına dikmeye niyetlenmişti. Neyse ki kamuoyu baskısı bu hayalin gerçekleşmesine imkân vermedi. Fakat İstanbul’un karalarından ümidini kestiyse de, Başkanımız heykel sevdasından bütünüyle vazgeçmedi. Referandum öncesinde de, Haliç’te, denizin ortasına koca bir Fatih heykeli dikme hayalini dile getirdi. Biz Büyükşehir Belediye Başkanımız inşaallah bu hayalini de gerçekleştirme fırsatı bulamaz diye dua ederken, Fatih Belediyesi boş durur mu? O da çoktan kendi sınırları içindeki sokakları hamal, kumaşçı, simitçi v.s. heykelleriyle donatıverdi. (Bkz.  http://yazarumit.com/belediyelerde-heykel-virusu/  ) Bu arada, Üsküdar Belediyesi ilçenin en işlek caddesine bir timsah heykeli kondurmuştu; Allah’tan timsah orada pek barınamadı. Tepkiler karşısında mı, yoksa başka bir yerde değerlendirilmek üzere mi, bilmiyoruz, ama şükür ki o çirkinlik oradan kaldırıldı.

BATININ LÂMBALARI

Resim
Hamburglu Wolfgang’ın öldüğünü beş yıl sonra fark ettiler. Başındaki Noel ağacı, rengârenk lâmbalarıyla hâlâ onun iskeletini eğlendirmeye devam ediyordu. ÜMİT ŞİMŞEK H amburglu Wolfgang Dircks, on sekiz katlı bir apartmanın bir dairesinde yalnız yaşayan 43 yaşında bir Alman vatandaşı idi. 1993 yılının sonlarında bir akşam evinde televizyon seyrederken öldüğünde, komşularının bundan haberi olmadı. Ertesi gün de kimse fark etmedi Wolfgang’ın öldüğünü. Ertesi hafta, ertesi ay, ertesi yıl da… “Niçin fark etsinler?” de diyebilirsiniz; Wolfgang’ın borçlarını, otomatik ödeme talimatlı banka hesabı gün geçirmeden ödüyordu. Nihayet beş sene sonra banka hesabı suyunu çekince Wolfgang’ı arayan birisi çıktı. Ev sahibi kirayı almak için gelmiş, ancak zile cevap veren olmamıştı. Kapıyı zorla açıp içeri girdiğinde, televizyon karşısında oturmuş Wolfgang’ın iskeletiyle karşılaştı. Televizyon seti çoktan iflâs etmişti. İskeletin kucağındaki televizyon dergisinin 5 Aralık 1993 tarihli sayfası aç

YAĞMUR DUASI

Resim
ÜMİT ŞİMŞEK S u ister çatlamış topraklar. Su ister boynu bükük çiçekler. Su ister, fışkırıp filiz olmak isteyen tohumlar. Toprakta barınan yahut yerde yürüyen ne varsa, hepsi su ister. Su çok uzaklardadır. Üstelik acı ve tuzludur. Ne içilir, ne bir çiçeğe faydası dokunur. Onu getirmeye ve kana kana içmeye güçleri yetmez. Onun için, istediklerini, herşeye gücü yeten birisinden isterler. *** Toprağın herbir zerresinden duâlar yükselir Arşa. Yerin ve Göklerin Rabbine, Onun sayısız kulları, niyazlarını sunar. Dualara cevap veren, güneş ışığını gönderir denizlerin yüzüne. Suyu ısıtır, arıtır, havaya kaldırır. Bulutlara “Toplan” emrini verir. Bulutlar şevkle koşar Rabbinin emrine. Bölük bölük toplanırlar. Şekilden şekle girerler. Sonra rüzgâr emir alır Rabbinden. Hedef gösterilir. Ve rüzgâr, gösterilen yere bulutları taşır. Şimşeğe “Çak” emri ulaşır. Şimşek, tesbihatıyla gökleri çınlatır. Gök gürültüsüne “Müjdele,” buyurulur. “Müjdele Benim kullarıma

RİSALE-İ NUR’A HUSUMETİN KISA TARİHİ

Resim
Metin Karabaşoğlu, Risale-i Nur hasımlarının öne sürdükleri bütün iddiaları bu kitapta ele alıyor ve köklerine kadar inerek, tamamen bilimsel ve objektif delillerle "icabına bakıyor." Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur aleyhinde ileri sürülmüş olan, sürülmekte olan ve sürülecek olan iddiaların tamamı, tek bir kitapta cevabını buldu. Yazar Metin Karabaşoğlu, bir süre önce TV111’de Şener Boztaş’ın sunuculuğunda yayınlanan bu cevapları, “ Saykal: Risale-i Nur’a Husumetin Kısa Tarihi ” adını verdiği kitabında topladı. Bugün FETÖ adıyla anılan terör örgütünün içyüzü ortaya çıktıktan sonra bu örgüt üzerinden Risale-i Nur’u hedef alan sistemli bir kampanyanın düğmesine de bir yerlerden basılıvermiş, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sonrasında ise bu kampanya gemi azıya alan bir husumet harekâtına dönüşmüştü. Yurt dışındaki müsteşrik tezgâhlarında formatlanmış bir kısım ilâhiyat mühendislerinin ve bazı televizyon şovcularının eliyle yürütülen bu kampanyaya karşı, da

EHLİYETSİZ FETVACININ İĞRENÇ BENZETMESİ

Resim
On binlerce kişiyi dolandıran cemaatin ehliyetsiz fetvacısı, çocukların camilere teşvik edilmesini edepsizcesine bir benzetmeyle kınarken, tasavvuf musikîsini de kilise müziğine benzetti. Kutlu Doğum Haftasına atmak istedikleri çamuru yüzlerine bulaştıran cemaatin ehliyetsiz fetvacısı, bu defa çocukların çocukların camilere teşvik edilmesi karşısında ağzını bozdu. Çocuklara oyun alanları açılmasıyla camilerin ifsad edildiğini iddia eden ehliyetsiz fetvacı, bu gidişle camilerin “kerhane haline getirileceğini” söyledi. Cemaat kanalının “ilâhiyatçı yazar” olarak sunduğu ehliyetsiz fetvacı, bu arada tasavvuf musikîsini de kilise müziğine benzetti. Ehliyetsiz fetvacının Ramazan ağzıyla yaptığı konuşmanın ilgili cümleleri aynen şöyle: Kilisenin yaptığı şeye özendiriyor. Diyanet kendi kadrolarına müzik eğitimi aldırtıyor şimdi. Niye? Kilise müziği gibi cami müziği çıkartacak. Tasavvuf müziği diye birşey uyduruyorlar ya. Böylece müzikle insanları camiye çekecekler. Camilerde oyun a