Din dili, insana Allah'ın verdiği değeri vermeli


2 Mayıs Perşembe günü, Karar TV’nin Yüzleşme programında Ahmet Taşgetiren ile Yusuf Ziya Cömert’in konuğu olarak “din dili”ni konuştuk, bu arada Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Açıkdeniz dergisinde yayınlanan mülâkatı münasebetiyle devlet konusuna da temas ettik. Sohbetimizin ana hatları ve video kaydı:


  • Hulefa-i Raşidîn döneminde devletin işlevi, insanların ihtiyaçlarını görmek şeklinde algılanıyordu. Onun arkasından hakim olan anlayışta ise, insanlar Allah’ın değil, sultanın verdiğine razı olmak zorunda kaldılar. Bugün de bu anlayış devam ediyor.


  • Meşhur siyasetnamelere göre Allah önce sultanları yaratmış, sultanların hakimiyetlerini icra edebilmesi için de bizi yaratmıştır; sultanların hakimiyetlerini icra edebilmek için insanları öldürmek, organlarını kesmek, işkence yapmak gibi hakları vardır. İslâm âlemi yüzyıllar boyunca bu metinlerle beslenmiştir.


  • İslâmın gelişinden maksat bütün insanlara “Lâ ilâhe illâllah” dedirtmekten ibaret değildir; bunu zaten kâinat dolusu melekler, hem de hiç isyansız şekilde yapıyor. İnsan, Allah’ın sıfat ve şuunatına ayna olacak, Onun ihsan ettiği gibi ihsan edecek, Onun affettiği gibi affedecek, Onun ikram ettiği gibi ikram edecek ve eserler ortaya koyabilecek bir varlık olarak yaratılmıştır.


  • Bu gayeler hangi ortamda vücuda gelebilir? Bu soruyu sormalıyız. Çünkü bu ortam vücuda getirilemezse, insanın yaratılışından güdülen maksatlar vücuda gelemez, fesat ortaya çıkar. Bu ortamı vücuda getirecek bir düzenin olması gerekir.


  • Ancak bu düzen bütün insanların iradesini elinden alıp onları tek bir merkeze bağlayarak otur deyince oturacak, kalk deyince kalkacak hale getiren bir düzen olmamalıdır. Eğer böyle olursa insanın yaratılışından güdülen maksat ortaya çıkmaz.


  • Bu düzen, insanın özgür iradesiyle, gaybî olarak iman etmesine imkân verecek bir düzen olmalıdır. Bu da ancak herkesin neye inanıp neye inanmayacağına kendisinin karar vermesine imkân sağlamakla mümkün olabilir. Yoksa, sadece Lâ ilâhe illâllah diyecek olana özgürlük tanımak, insanın iradesini elinden almak demektir.


  • Eğer devlet olacaksa ve İslâma hizmet edecekse, insanlara kendi inancını serbestçe seçip uygulayabileceği bir ortamı sağlamak ve korumak için olmalıdır. “Fitneden eser kalmayıp din bütünüyle Allah için oluncaya kadar savaşmak” da, insanların başka hiçbir tesir altında kalmaksızın sadece Allah için dinlerini seçebileceği bu ortamı vücuda getirmek şeklinde anlaşılmalıdır.


  • Din dilinde nefretin yeri olmamalıdır. Mekke’nin fethi bunun bir örneğidir. Tarihte başarılı olmuş özgürlük hareketleri de kendilerini nefretten arındırmış olan hareketlerdir. Buna aykırı hareket edenler hep problem üretmişlerdir. İşkence altında ıztırap çeken ilk Hıristiyanların iktidarı elde ettikten sonra Engizisyonu üretmeleri, uzun zaman zulüm altında kalan Yahudilerin devlet kurduktan sonra zalim durumuna geçmeleri, hâlâ bin üç yüz sene öncesinin hesabıyla uğraşan İran’ın şiddetten kendisini kurtaramaması bu gerçeğin delilidir.


  • Dikkatler hep devlet ve cihad üzerinde yoğunlaştığı için, din dili de şiddetten kendisini kurtaramıyor. Bu dili temelden değiştirmemiz gerekir.


  • İlk olarak inen âyetler her bir insan ferdi ile Allah arasında doğrudan bir irtibat kuracak bir şekilde nazil olmuştu. Tertip itibarıyla baktığımızda ise, Kur’an’ın Rahmân ve Rahîm isimleriyle başladığını ve bütün sûrelerin başında da bu isimleri tekrarladığını görüyoruz. Ayrıca, birçok âyette de Allah Teâlâ iman eden kullarına rahmetini vaad etmiş, hattâ bunu kendi Zatına bir vazife olarak yüklediğini bildirmiştir.


  • Allah, insanlara çok yüksek bir mevki vererek karşılıklı bir ahid tertip etmiş, bu ahidde tarafların birbirine karşı yükümlülüklerini belirlemiş, kendisine hiç kimseyi ortak koşmaksızın kulluk eden kimseye azap etmemeyi taahhüt etmiştir. Bu, Allah’ın insana verdiği fevkalâde büyük önemin apaçık göstergesidir.


  • İnsanı yaratarak Kendisine muhatap alan Allah, onu ihsan ve ikramlarıyla donattı. Bundan başka, bizzat başka kullarına ihsan ve ikramda bulunmak, affetmek, sevmek, Allah’ın eserlerinden ilham alarak eserler vücuda getirmek gibi yetenekler de verdi. Böylelikle insana çok büyük bir değer verdiğini gösterdi. Böyle değerli bir varlığa hangi dille hitap etmek münasip ise, din dile elbette öyle bir dille hitap edecektir, etmelidir.


  • İnsan, kendisine verilen bu değer muvacehesinde, iki önemli yükümlülükle karşı karşı karşıya bulunduğunu idrak etmelidir. Birincisi: Bu değerin kadrini bilmek, meselâ Allah’ın kendisine bağışladığı nimetlerin kadrini bilmek, bu arada, insanlığının icabı olan özgürlüğünü hayatı pahasına korumak. İkincisi: Diğer insanların da Allah tarafından bizzat muhatap alınmış kullar olduğunu daima göz önünde tutarak onlara karşı saygı ve sevgi ile davranmak. Din dilini belirleyecek olan, işte bu anlayıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar